Okuduğum ikinci Philip K. Dick kitabı oldu, The Man in the High Castle'dan sonra. İlkini (The Man...) bitirdiğimde "bir şey anlamadım ama çok güzel" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bu sefer (Do Androids...) hikaye çok daha lineer ve takip etmesi kolaydı.
Roman boyutça kısa, hikaye nisbeten sade. Ama dünya yaratma konusunda bi fakirlik getirmiyor bu özellikler. Çok yerinde, çok tatlı dokunuşlarla özgün ve zengin bir dünya kuruyor PKD. Yeni teknolojiler, yeni bir mit ve din, hayvanların değişen konumu, kolonileşme, bunların her birinin insan vücudu ve psikolojisi ile girdiği etkileşimler...
Kitabın kalbi ise, "Do androids..." ile başlayan soruları sana sordurup, düşünmene sebep olduğu noktalarda atıyor. Climax'i bu noktalarla yürüdüğümüz eksenin bir ucunda konumlu, filminkine (Blade Runner) göre biraz farklı bi yerde ve şekilde vuku buluyor. Ve bence daha etkileyici.
PKD'nin dili akıcı ve bana göre lezzetli. Zaman zaman anlatım tarzı ve bulduğu ifadelerle keyiflendiğimi hatırlıyorum. Karakterin iç dünyasına dalıp uzun tiradlar yazmıyor pek. Ama bir şekilde devamlı olarak hissettiriyor duyguların değişen rengini ve hacmini. Plot'tan bahsetmemeyi tercih ederim. Bilinen bi hikaye ama.. olabildiğince her adım tazeliğini korusun istiyorum. Tadına bakmak isteyen, ufak bir sketch hissi veren ilk chapter'ı okuyup deneyebilir bence. Daha tavaya yeni atılmış böyle cız bız ediyorken...
Ben keyifle okudum. PKD'nin çok parlak bi insan olduğunu düşünüyorum. Hatta şu an, hakkında bir şey bilmediğim bi kitabı alırken, olur da ona saramazsam, acil durumda kendimi atarım diyerek Ubik'i de aldım. Onu seveceğimden emin gibiyim. Sanırım elimde her zaman... ıhm... bi Dick olacak artık.
