Yine varoluş kaygılarıyla ve içsel savaşlarla dolu bir hikaye. Bu sefer Sinclair var karşımızda, ilkokuldan üniversiteye kadar kendi içsel değişimini ve ona yol gösteren arkadaşı Demian’ı anlatıyor. Habil be Kabil kıssası tüm hikayenin merkezine oturmuş, ondan başlayıp dallanıp budaklanan bir “nişan” var. Sezgileri açılmış, yazgısında derin bir yolculuk ve bir ermişlik okunan kişilerin bir nişanı var. Hissedilen bir nişan bu. Bazen birisi çıkar karşınıza, yüzüne bakınca hissedersiniz farklı bir yazgısı okunur gözlerinden, hayat onu zorlamış ama iç dünyasını da aydınlatmıştır. Öyle bir seviye işte. Birbirini bulan, birbirine gönülden bağlanan ve hayatı birlikte sorgulayan bu ikilinin de görünmez bir bağı var aralarında. Bir tarikattan inanıştan uzak tamamen yazgıyı kabullenmeye ve kendini benimsemeye dayalı bir inanış bu. Ne kadar felsefik olsa da insanlar hayatın gerçeklerinden koparmıyorlar ama, belki de yazar bu nedenle hikayenin sonunu böyle yazdı.
Kitaba puanım: 8/10.
“Hiçbir şeyden korkmamalı, içimizdeki ruhun özlediği hiçbir şeye yasak gözle bakmamalıyız.”
“Bizim kendi içimizde olmayan şey bizi kızdırmaz.”
“Diyeceğim, ben de bir arayış içindeyim; üstelik öyle yalnızım ki!”
“Tanrılar yaratıyor, sonra onlarla savaşıyor, onlara kendimizi kutsatıyoruz.”
“Uyanık insanları belleyen tek ama tek bir görev vardı: kendini aramak, kendi içinde bir sağlamlığa kavuşmak, el yordamıyla kendine özgü yolda ilerlemek, yolun nereye çıkacağına aldırmamak.”
“Kendi içindeki bilinmezden korkan bir sürü insanın oluşturduğu bir topluluk!”