Siddharta ile gönlümü fetheden bu yazarın Bozkırkurdu kitabını da büyük bir hevesle okumaya başladım. Kitabın ilk yarısı gerçekten sürükleyici ve merak uyandırıcı. Tamamen bir “dysthymia” içerisinde yaşayan, kendine hayatta bir anlam bulamamış, birçok şeye potansiyeli varken hayatın amaçsızlığı ve anlamsızlığı içerisinde pasifleşen bu karakter maalesef bir yere varamıyor hikayede.
Ana tema kişinin içindeki “bozkırkurdu” ile, Freud’un “id” olarak tanımladığı içsel parça ile çatışmasını anlatıyor. Aslında herkesin içinde eğitmeye çalıştığı yabani bir bozkırkurdu var gibi bir anlam çıkarıyorum buradan. Karakter de bozkırkurdunu eğitememiş ona esir olmuş bir yandan.
Hayatta anlam arayan, anlamsızlık içinde anhedonia yaşayan, kendisini intiharın kıyısında bulan bozkırkurdu anlam arayışında dünyevi zevklere kapılıp her ne kadar bu zevklerin kendisini doyurmadığını hissetse de kendisini bu akışta bırakıveriyor ve anlamsızlıklar içerisinde hikayesi devam ediyor.
Kitabın son 50 sayfası tamamen karmaşaydı benim için, asla anlam veremediğim kopuşlar ve uçuşlar vardı hikayede. Belki ben anlamamışımdır? Bilemiyorum. Ama hikayenin sonu oldukça boş ve anlamsız geldi bana. Karakter büyümedi aksine küçüldü. Anlam arayışı da bir yere varamadı. Ben bu kitabı pek sevemedim.
Puanım: 5/10.